Hani bazen çok fazla sevdiğiniz bir kitap olur ve onu nasıl yorumlayacağınızı, önereceğinizi bilemezsiniz ya, ha işte tam olarak öyle bir kitabın yorumuyla karşınızdayım. Öhüm! Sadece okuyun, diyerek kaçabilirim şuan....
"Olağanüstü başlayan bir olayın gene olağanüstü bitmesi gerekir."
Zamanımızın Bir Kahramanı, İletişim Yayınları'ndan çıkmış ve benim de ilk defa yazarıyla tanışma fırsatı elde ettiğim bir roman. Yazarların Rus olmasından mıdır nedir, hiç kötü bir kitap okumamışımdır. Rusların roman yazmak için ayrı bir becerisi var sanırım. Lermontov, Zamanımızın Bir Kahramanı'nda bize bir hikaye anlatıyor, fakat bu hikayenin içinde de bir hikaye mevcut. İlk olarak kitaba başladığım zaman kafamın çok fazla dağıldığını söyleyebilirim. Çok fazla Rus isimleri görmeye alışık olmayınca, eh bir de bahsettiğim hikaye içinde hikaye olması sebebiyle, bana yardımcı olması için küçük bir deftere karakter tablosu çizmem gerekti. Aslında Suç ve Ceza gibi çok fazla karakter yoktu, bunu da belirtmem gerek. Zira yanlış anlaşılmak istemeyiz.
İlk sayfada bir anlatıcı ve yanında da muhabbet ettiği ve ikinci hikayemizi anlatan Maksim Maksimiç yer alıyor. Bu ikilinin sohbetinden yola çıkarak Maksim Maksimiç'in asıl adamımız olan Grigoriy Aleksandroviç ile geçmişte karşılaşmalarını ve onunla olan anılarına yolculuk ediyoruz. Ben hikayeyi iki kısıma ayırma gereği duyuyorum. İlk kısımda Maksim Maksimiç'in Grigoriy ile olan anısına değinirken, ikinci kısımda ise Grigoriy'in günlüğünü alan Maksim Maksimiç'in yayınlamasıyla okuyucuya sunduğu bölüm yer alıyor.
İlk kısımdaki hikaye ile sadece bitirseydi yazarımız, oldukça beğenirdim. Fakat ikinci kısıma geldiğimizde tamamen değişen ve romanın günlük formatına dönmesini biraz garip bulduğumu dile getirmeliyim. Hatta okurken ikinci kısma gerek var mıydı diye düşündüm. Lermontov ise eğer konuşabilseydi bana sus ve okumaya devam et derdi muhtemelen. Ki iyi ki de öyle yapmışım, çünkü ilk kısımda anlatılan Grigoriy nam-ı değer Peçorin'in o kaba ve anlaşılmak imajı daha da çeşitleniyor. Karakteri okurken hayatımda tanıdığım birine de çok fazla benzerlikleri olduğunu düşünerek okumaya devam ettim açıkçası.
Peçorin, girdiği ortamlarda çok fazla kaba olan ve insanlarla olan muhabbetlerini bir şekilde mutlaka üstün gelmeye çalışan, ama aynı zamanda da oldukça zeki ve uyanık olan bir asker. Kendi sözleriyle hayatında sadece iki kadın etki etmiş. Birini ilk kısımdaki hikayede okuyoruz. Burada şunu da ifade etmem gerekiyor. İlk kısımdaki zamanı okurken, ikinci kısımda olanlar çoktan geçmiş, bitmiş anılardan oluşuyor. O yüzden Peçorin'in Bela ile ilk kısımda tanışması ve ardındaki acı sondan sonra aslında Peçorin'i anlamlandırmamız bir miktar zor oluyor. Kötü bir karakter diyemeyiz, fakat çok farklı kişiliğiyle oldukça okunası olduğunu düşünüyorum.
İkinci kısımda Peçorin'in sevdiği kadınla tanışıyoruz. Vera, Peçorin ile tutku dolu bir aşk yaşamış, fakat bunu evlilikle bağlayamamışlar. Vera ile aşklarını okurken aynı zamanda da prenses Meri ile de flörtleşmesini de okuyoruz. Meri aslında tamamen farklı bir durumda Peçorin ile tanışıyor. Kitabın sonlarına doğru bu ikilinin nasıl bir ilişki içinde kaldığını göreceksiniz.
Lermontov, hikaye içinde hikaye anlatımıyla aynı zamanda da günlük türünü de kitabın içine yedirmesiyle okuyucuya çok fazla şey vaat ediyor ve bunu başarıyla yaptığını düşünüyorum. Romanın akıcı işleyişi ile ve oluşturulan karakterin merakla beklenen hamleleriyle, beni benden aldı. Yeni bir yazar olması ve üslup farklarını bir kenara attığımda hikayenin sadece özü bile Lermontov okumaya devam etmem için yeterli. Mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Özellikle de eylül ayı için çok güzel bir deneyim olabilir. Soğuk ayların kitabı kesinlikle.
Fatma